İslam Medeniyetinde Coğrafya

17 Haziran 2010 Perşembe

Marinos ile Batlamyus’un o zaman ki dünyayı tanıtan kitaplarına ad olarak verdikleri’ geographia’ kelimesi Greekçe’de ‘yeryüzünü anlatan yazı’ manasını taşımaktadır. Bu kelime daha sonra Arapçalaştırılarak ‘cuğrafiya’ şeklini almıştır.

İslam Coğrafyasının Temelleri

İslamiyet öncesinde Araplar, Arabistan ve komşusu olan bölgeler hakkında bazı coğrafi bilgilere sahiptiler. Bunun yanında gezegenlerin hareketleri, gökyüzü ve yıldızlar hakkında da günlük gözlemlerine dayandırdıkları bazı bilgiler vardı. Bu bilgilerden seyahatlerinde, takvim düzenlemelerinde ve hava durumu tahminlerinde faydalanıyorlardı.

Müslümanlarda coğrafya bilimi alanındaki eserler, yabancı dillerden Arapçaya çevrilmeden önce, Araplarda İslamiyet’e has bir takım nedenlerden dolayı yollar, ülkeler ve şehirler konusunda eserler yazmışlardır.

Coğrafya biliminin doğmasının en önemli nedenlerinden birisi, ticaret veya fetih amacıyla geçitlerin, ülkeler arasındaki uzaklıkların bilinmesinin gerekliliğidir. Bu bilimin temelinin atan ilk toplum Fenikelilerdir. Fenikeliler dünyanın en eski tüccarları ve en çok yolculuk yapan toplumuydular. Günümüzden 3000 sene önce Akdeniz kıyılarının dolaşarak Hindistan’a kadar gitmişlerdi. Yine Büyük İskender ve ordusu, Hindistan’ kadar Asya kıtasını hâkimiyeti altına almış, bu ülkeler ve halkları hakkında bilgi sahibi olmak istemişlerdir. Daha sonra Romalılar bu bilimle uğraşmaya başlamışlardır. Coğrafya ile ilgili bilgileri ilk toplayan ve düzenleyen kişi M.Ö. 196 yılında ölen Yunanlı Enastestin ‘dir. Mısır ve Fenikelilerden aldığı bilgileri bir araya getirmiştir.

Arapları coğrafya konusuna yönlendiren temel sebepler vardır. Bunlardan biri Müslümanların Hac ibadetini yerine getirebilme düşüncesiydi. Müslümanlar dünyanın neresinde bulunursa bulunsunlar, gerekli maddi imkânlara sahiplerse Hac görevini yerine getirebilmek amacıyla Mekke’ye gitmek zorundaydılar. Mekke’ye kadar gidebilmek için yolları ve konak yerlerini bilmeleri gerekirdi. Bir diğer önemli sebep; ilim öğrenmek için yapılan seyahatlerdir. İslam coğrafyasının genişlemesine bağlı olarak buralara seyahatler düzenlemiş ve burada İslamiyeti yaymak için çeşitli sahabeler buralara gönderilmişti. Buralara seyahatleri gerçekleştirmek için gitmek istedikleri yer ve bölgeleri bilmeleri gerekliydi. Bu nedenle coğrafya ile ilgili yazılan ilk bilgiler Müslümanların yaşadığı bölgelerden bahseder.

Abbasi Devleti’nin kurulmasından sonra Yunan, İran ve Hint astronomi-coğrafya çalışmalarının İslam dünyası tarafından tanınmasıyla coğrafya bir bilim dalı olarak ortaya çıktı. Bu dönemde Hintli bilim heyeti tarafından Sanskritçe astronomik eserler Abbasi saraylarına getirtildi. Bu çalışmalarla Müslüman bilginler Hintlilerin yeryüzünün şekli, dönmesi, bilinen son sınırları, üzerini örten kubbe ve Orta Hindistan’dan hesap edilen enlem ve boylamlar gibi coğrafya-astronomi bilgilerinden haberdar oldular. Astronomi ve coğrafya konusundaki eski Yunan kaynaklarının da İslam coğrafyasının gelişmesinde derin tesirleri olmuştur. Arapçaya tercüme edilen Grekçe eserler arasında Batlamyus’un Almagest, Gegraphia ve Aristo’nun Meteorologia’sı başta gelmektedir.

Müslümanlarda bilimsel anlamda coğrafya, önce tercüme ile başlamış daha sonra orijinal eserler yazılmıştır. İlk tercüme edilen eser, Kuteybe b. Müslüm tarafından Horasan’da bulunup Haccac’a gönderilen İran coğrafyasına ait bir eserdir. Bu eseri Haccac Divan-el Mal başkanı olan Zadebferruh b. Peri Arapça’ya çevirmiştir. İran ve Hind eserlerinden bilgiler edinilmiş, Sindhanta gibi astronomi kitapları vasıtasıyla astronomik coğrafyaya dair bilgiler de edinilmiştir. Dünyanın kuzey yarım küresini yedi iklime ayırma düşüncesi bu yolla İslam dünyasına girmiş, en eski kitaplarda her iklim doğudan batıya doğru anlatılmıştır. Bir yer kubbesinin varlığına dair olan inanç Hind menşeilidir. Coğrafyada enlem ve boylam cetvellerine verilen “zic” adı da İran ve Hind etkisindedir.

Coğrafya kitaplarında önce dünya ile alem hakkında bir giriş yer alır, daha sonra karalardan denizlerden nehirlerden söz eden fiziki coğrafya kısmı geliyordu. Ülkelerden bahseden siyasi, sosyal, ekonomik coğrafyalarda anlatılıyordu. Yine bu ülkelerden, bu ülkelerin büyük şehirlerinden, halklarından, sosyal hayattan, üretimden, ziraattan ve ticaretten de bahsediliyordu. Birçok coğrafyacı seyahatlere çıkarak incelemelerde bulunmuşlardır. Coğrafya biliminin gelişmesinde, İslam Devleti’nin Atlas Okyanusu’ndan Çin’e kadarki geniş coğrafyaya yayılmasının, ticaretin ve astronomi biliminin gelişmesinin büyük etkisi olmuştur. İslam coğrafyası 8.yy. da başlamış, 9. ve 10. yy. da en parlak devrini yaşamıştır.

Müslümanlarda coğrafya biliminin gelişmesinde seyyahların, tarihçilerin, elçi raporlarının ve İslam filozoflarının etkisi büyüktür.




Klasik Dönem ( 9–10 yy.)

İslam coğrafyasının temellerinin atıldığı Abbasiler döneminde 9. yy. ın ortalarında Irak’ta tasviri coğrafya okulu, 10. yy. da Orta Asya’da Belh coğrafya okulu ortaya çıktı. Özellikle Grek coğrafyasının etkisinde kalan bu okullara mensup coğrafyacılar konu üzerinde rehberlik edecek düzeyde klasik eserler meydana getirdiler.


Irak Coğrafya Okulu

Coğrafya üzerinde ilk defa sistematik olarak yazı yazanlar 9. yy. ın ortalarında Irak’ta görüldü. Bu okulun en önemli coğrafyacıları arasında İbn Hurdadbih,Mesudi ve İbnü’l Fakih bulunmaktadır. Bilinen dünyayı ilk tarif eden coğrafyacı İbn Hurdadbih’tir. (ö.972). Bundan dolayı kendisine “ İslam coğrafyasının babası” ünvanı verilmiştir. İranlı olan İbn Hurdadbih , Cibal bölgesinde posta işlerinde çalışan bir devlet memuru idi. Yazarın Batlamyus’un Geographiasının Arapça bir tercümesi vardı ancak bu eserlerin hiç biri günümüze ulaşmamıştır. Coğrafya konusunda en önemli çalışması olan Kitabü’l Mesalik ve’l-memalik günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eser daha sonraki dönemlerde tasviri coğrafya üzerinde çalışan birçok coğrafyacıya kaynak teşkil etmiştir.

Coğrafya konusunda en orijinal eser yazanlardan biri de Mes’udi’dir(ö.956). Birçok eser kaleme alan Mes’udi seçkin bir tarihçi olmasının yanında Ortaçağ Müslüman seyyahlarının en büyüklerinden biri idi. Eserlerinden olan Mürücü’z-zeheb ile et-tenbih günümüze kadar ulaşmamıştır. Mes’udi, Güney yarım kürenin tamamen bilinmeyen bir kara parçası ile kaplı olduğu yolundaki bilgi hakkında şüphelerini ifade eden ilk Müslüman coğrafyacıdır.

9. yy. da coğrafyaya olan ilgi oldukça genişledi. Bu ilgi sadece hükümet memurları, tarihçiler ve seyyahlarla sınırlı kalmadı, edebiyatçılar da coğrafyayla ilgilenmeye başladılar.



Belh Coğrafya Okulu

Irak İslam coğrafya okulu çalışmalarını genel ve tasviri coğrafya konularına ayırırken 10. yy. ın ilk yarısında Horasan’da bugün Belh İslam Okulu diye adlandırılan yeni bir coğrafya mektebi ortaya çıktı. Bu mektebin yazarları, Müslüman olmayan ülkeleri dışarıda bırakarak çalışmalarını geniş ve ayrıntılı bir şekilde İslam ülkelerinin coğrafyası üzerinde yoğunlaştırdılar. Bu durum, eski eğilimlerden ayrılma ve bölgesel coğrafyaya doğru bir adım atma sayıldı. Okulun kurucusu El-Belhi’dir(ö.934). Belhi gençliğinde Bağdat’a filozof Kındi’nin öğrencisiydi. Orta Asya’ya döndükten sonra eserini yazdı; ömrünün son dönemlerinde de İslam ülkelerinin çeşitli yerlerinin bölgesel haritalarını çizdi.

Belhi’nin Suvar el-ekalim adlı eseri günümüze kadar gelmemesine rağmen İstahri ve İbn Havkal ‘ın coğrafyalarına temel teşkil etmiştir. Bu eser 20 haritadan meydana gelen bir dünya haritası ile bu haritaların izahlarından meydana gelmektedir.

Bu okulun ilk mensupları arasında el-İstahri(10,yy. ın 2. yarısı) başta gelmektedir. İstahri, Mesalikü’l memalik adlı eserini yirmi iklime ayırmış ve iklim haritalarını renkli bir şekilde çizmiştir. Ülkeler, yollar, şehirler hakkında bilgiler verirken sosyal durumdan da bahsetmiştir.

İbn Havkal ise Suret el-arz adlı eserini İstahri’nin eseri üzerine bina etmiş, Afrika ve İspanya hakkında geniş bilgiler vermiştir. Bu eser Arap coğrafya edebiyatının zirvesini teşkil eder. İslam dünyasını ve kültürünü ayrıntılı bir şekilde anlatmış, Hazar Denizi ve Maveraünnehir etrafında yaşayan Türkler hakkında önemli bilgiler vermiştir.

El-Makdisi ise Ahsenü’t-tekasim fi marifi’l-ekalim adlı coğrafya eserinde Astronomik coğrafyadan bahseder. İslam dünyasını Arap ve Acem ülkeleri olarak ikiye ayırmış, iklimler ve coğrafi bilgileri yanında o bölgede yaşayan insanların sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yönleri hakkında da bilgiler vermiştir. Türkmen kelimesini kullanan ilk coğrafyacı olup Hazar Denizi etrafındaki Türkler hakkında önemli bilgiler vermiştir.

Irak ve Belh okullarına bağlı coğrafyacıların yanında bu dönemde ün kazanmış birçok coğrafyacı vardır. İbn Fazlan, El-Biruni , İbn Sina , Kaşgarlı Mahmut bunlardan bir kaçıdır.

İbn Fazlan, Abbasi halifesi olan Muktedir’in İtil Bulgarlarına gönderilen elçilik heyetinde bulunmuş ve giderken geçtiği İran, Harezm, Oğuzlar, Peçenekler ve Bulgarlar arasında gördüklerini anlatan ‘el-Rıhle’ adlı eserini yazmıştır. Geçtiği yerlerin coğrafyası, halkları, onların dinleri, hukukları, idare tarzları, sosyal durumları ve adetleri hakkında gözleme dayanan son derece önemli bilgiler vermiştir. Türk tarihi bakımından son derce kıymetlidir.

El-Biruni ‘nin bu konuda yazılmış birçok eseri bulunmaktadır. Biruni dünyanın şekli ve kâinattaki yeri konusunda onun ayın feleğinin merkezinde bulunduğunu ve küre şeklinde olduğunu, üzerindeki dağlarla çukurlar sebebiyle engebeli bir yüzeye sahip olduğunu söyler. Ayrıca dünyanın çapını ve Ekvator’un uzunluğunu hesaplamıştır.

İbn Sina, eş-Şifa adlı eserinin et-tabiyyat adlı bölümünde yeryüzünün oluşması, bulutlar, çiyler, baharlar, depremler, dünyanın meskûn bölgelerinin oluşumu, ülkelerin özellikleri, gökkuşağı, rüzgârlar, gök gürlemesi, şimşek, göktaşı ve kuyruklu yıldız gibi konularda görüşler öne sürmüştür. Aristo’ nun görüşlerini benimsemiş ve onun yeryüzünün, ovaların, denizlerin ve dağların oluşumundaki görüşleri ilgisini çekmiştir. İbn Sina’ya göre iki element olan su ve toprak yaratılıştan dolayı evrenin merkezine çekilmişlerdir. İbn Sina’nın belirttiği en önemli madde toprak ve suyun arasından ortaya çıkmış olan yapışkan çamurdur. Bu çamur Güneş ve gezegenlerin enerjilerine maruz kaldığı için zamanla sertleşir ve dağ şeklini alır. Yeryüzünün güney kesiminin tamamen kara olduğu veya sular altında bulunduğu şeklindeki yaygın görüşe de karşı çıkmıştır.

Kargarlı Mahmud, Türk ülkelerini dolaşarak dil, tarih ve coğrafya konusunda pek çok malzeme toplamış ve Divanü Lügatel-Türk(1071)adlı eserini yazmıştır. Bu eserde bir dünya haritası vermiş olup fiziki coğrafya bakımından önemli bir eserdir. Kitaptaki dünya dil haritası İslam haritacılığında eşine çok az rastlanan bir örnektir. Bu haritada Balasagun’u merkeze yerleştirir, kabilelerin yerlerini ve çevre bölgelerini gösterir.

İslam Coğrafyası 9. ve 10. yy. da zirveye ulaşmıştır.


Yazının sahibi Emre arkadaşıma emeği için teşekkür ederim.


Bibliyografya

Şeşen,R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1998
Zeydan,C., İslam Medeniyeti Tarihi,(çev. Zeki Megamiz) 3. cilt, İst. 1976
Baltacı,C.,İslam Medeniyeti Tarihi, M.Ü.İ.F. İstanbul, 2005
TDV, İslam Ansk., Coğrafya maddesi
İslam Ansk., Coğrafya maddesi

0 yorum :

Yorum Gönder

 
Copyright © -2012 Tarih ve Dünya All Rights Reserved | Template Design by Favorite Blogger Templates | Blogger Tips and Tricks